ALLAH’IN VAHYİYLE GÖNÜLLERİ AYDINLATAN
ARİF-İ BİLLLAH
PİR MUHAMMED HÜSEYİN (R.A.) HAZRETLERİ
Okuyacağınız biyografi; Kutbu'l-Mürşidin, Mirat'ul-Hakk, hidâyet ve vuslat âleminin güneşi, Ümmet-i Muhammed’in nûr saçan kandili, arif-i billah Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretlerinin mukaddes hayatının bizlere örnek ve rahmet olacak az bir kısmıdır. Takvâsı ve irşadıyla Allah’a vuslat yolunu yeniden ihyâ edip yüzbinlere rehber olan Mürşidimizin mübarek kıssaları, ümit ederiz ki Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) Hazretleri’nin kurbiyetini anlamamıza, Rabbimizin âbdiyetini kabul buyurduğu kulların nasıl bir hayat yaşadığını idrak etmemize vesile olur ve hayatımızı Rabbimizin murakabesi altında nasıl yaşayacağımız hususunda hepimize nûr olur, nasihat olur inşallah.
PİR MUHAMMED HÜSEYİN (R.A.) HAZRETLERİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ
Arif-i billah Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) Hazretleri, 1960 yılında Diyarbakır’da dünyaya teşrif etmiştir. Ailesi, Kadiri-Rufai tarikatına bağlı bir aileydi. Babası ise yörenin mümtaz ulemasından biriydi. Pir Hazretleri, on bir çocuklu kalabalık ve dini bütün bir ailede yetişmiş, küçük yaşlardan itibaren temiz ahlakı, Rabbine olan teslimiyeti, edebi, Allah’a aşkıyla yakınlarının ve çevresindekilerin gönlünü kazanmıştı.
Muhterem valideleri Emine Hatun, Miraç Kandili’ne denk gelen bir günde ve harikulade manevi hâller içinde doğurduğu Pir Hazretleri’ne bu sebepten dolayı evlatları arasında farklı bir nazarla bakıyordu.
Emine hatun, çocuklarının dindar olarak yetişmesi için büyük bir çaba sarf eder, Rabbinin emir ve yasaklarını devamlı çocuklarına anlatırdı. Çocukları yemeğe otururken besmele getirmeyi, kalkarken elhamdülillah demeyi unuttuklarında bile valideleri onlara hatırlatırdı; fakat Pir Hazretleri için annesi kendisini hiç yormadı; çünkü o sadece yemeğe başlarken değil, her lokmada bismillah der, her lokmanın sonunda elhamdulillah derdi.
Henüz üç-dört yaşlarındayken bile Rabbinin hesabını yapan bir oğlunun olması ve onun Rabbine nasıl hesap vereceğini düşünerek geceleri yatağında ağlayışına şahid olması karşısında annesi onun şimdiden evliyadan veli bir kul olduğunu anlamıştı. Üstelik birçok kez başkalarının onu ahiret ve hesap günüyle korkutup ağlattığına şahid oluyor, bu yaşta ahiret hesabını yapan evladını, bu nedenle korunmaya değer bir mücevher olarak görüyordu; çünkü Pir Hazretleri’nin akranları, onu yapmak istemediği bir şeye Allah’ın adını anarak zorlayabiliyor, hatta “Allah için, Allah aşkına” diyerek kendi yaptıkları bir kabahati üstlenmesini sağlayabiliyorlardı.
Pir Hazretleri’nin hassas rûhu ya dünyaya hiç inmemişti ya da inmiş; ama kendisini buraya ait hissetmemişti. Henüz beş yaşındayken babasının çocuklara verdiği Kur’ân derslerini dinleyerek kendi imkânlarıyla Kur’ân okumayı öğrendi. Evladının tek başına Kur’ân okuduğunu gören babası, çocuğunun on, on beş yaşındaki talebelerinden daha iyi Kur’ân okuduğunu fark edince Pir Hazretleri’nin daha bu yaşta Kur’ân’a olan azim ve hürmeti karşısında hayretler içinde kaldı.
Yaşı küçük olmasına rağmen zamanının çoğunu insanlardan uzak, şehrin dışında, dağlık kesimlerde uzlete çekilerek geçirir, kendisini maneviyata, riyazet ve mücahedeye verir, vaktini Kur’ân okuyarak ve zikir yaparak geçirir, bazen de saatlerce mezarlıkta kalıp nefis muhasebesi ve tefekkür yaparak Rabbiyle beraber olurdu.
Ailesi, Pir Hazretleri’nin Rabbiyle bir bağının olduğunu görür, hayatını şekillendirmede anne-babası dâhil hiç kimseye hak tanımamasına ve kararlarını Rabbine danışarak gönlüyle vermesine şahidlik ederdi. Onu tanıyan herkes, Rabbi dışında hayatı üzerinde karar verme hakkını kimseye tanımadığını bilir ve bu durumu kabullenirdi.
Yaşadığı yörede yaygın olarak kullanılan Kürtçe, Zazaca ve Türkçe’yi rahatlıkla konuşuyordu. Arapça ve Farsça’yı ise kendi imkânlarıyla öğrendi. Yine kendi imkânlarıyla yöredeki medreselerde okutulan Emsile, Bina, Maksud, izzi, Merah, Avamil, İzhar, Kafiye, Molla Cami, kıraat, tecvid, hadis ve hadis usulü, tefsir ve tefsir usulü, kelam, akaid, mantık, fıkıh ve fıkıh usulü alanlarında kendisini geliştirdi.
Muhatap olduğu herkese Allah’ı, Allah’a yakın olmayı, dost olmayı ve Allah aşkını anlatırdı. Hangi fikre sahip olursa olsun herkes onu dinler, ona farklı bir değer verir, saygı gösterirdi. Vakarlı duruşu ve derin maneviyatı, muhatabına Pir Hazretleri’nin heybetini hissettirerek kendisini sevdirtirdi. Bulunduğu ortamda konuyu ve gündemi kendisi belirlerdi ve konu her zaman Allah ve Resulullah (s.a.v.) Efendimiz hakkında olurdu.
Gönlünde şüphe ya da cevaplanması zor soruların olduğu insanlara “her türlü soruyu sormak serbesttir” diyor ve sorulan her soruya âyetlerden getirdiği farklı bakış ve cevaplarla yanıt vererek muhatabının şüphelerine son veriyordu. 1970’li yıllarda gençler arasında yaygınlaşan Allah’ı inkâr temelli materyalizm ve komünizm fitnesine kapılanlara kendisiyle yaptıkları her münazarada akli yanıtlar vererek onları tatmin ediyor ve inkâr batağına düşmüş gençlerin tekrar din-i İslam’ın dairesine girmelerine vesile oluyordu.
Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri 1978 yılında on sekiz yaşında evlendi. 1980 yılında Kütahya Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı‘nda askerlik vazifesini yerine getirdi. Bir yıl Burdur’da kaldıktan sonra İstanbul’a taşındı.
Pir Hazretleri, nefsin tezkiye olması ve Allah’a dost olmak için mutlaka manevi bir yolculuk yapılması gerektiğinin ve manevi yolculuğun da, ancak insanı Rabbine vasıl edecek bir Mürşid-i kâmil ile olabileceğinin farkındaydı. Bu nedenle, nerede olursa olsun, bir yerde bir Mürşid-i kâmil olduğunu duyduğunda onu ziyaret etmeyi kendi üzerine ilâhi bir vazife sayardı; çünkü Rabbini gerçekten arayanların önce Rabbini bulmuş olan zatı araması gerektiğini biliyordu.
Kendisine tabi olup sırât-ı mustakîmde yürüyebileceği bir Mürşid-i kâmil aradığı dönemde birçok cemaat ve tarikatı, medrese ve dergâhı tanıma fırsatı buldu, birçok Allah dostuyla tanıştı ve sohbetlerine katıldı; ancak, tabi olma konusunda seçici davranıyordu.
Pir Hazretleri, sahip olduğu yüksek himmeti, tavizsiz aşkı, güzel ahlakı ve rekabet edilemez azmi karşısında fıtratına uygun bir Mürşid-i kâmil bulmanın kolay olmayacağını en başından beri biliyordu. Zira onun fıtratına uyan mürşid, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’i temsilen bu görevi ifa ediyor olacak; ahlakı ve meşrebi itibariyle “Efendimiz bugün yaşasa bundan ne bir eksik ne de bir fazla yapardı” diyebileceği biri olmalıydı ki ona tabi olup teslim olabilsin.
Zaman geçiyor ve Pir Hazretleri daha önce birkaç mürşidle görüştüğü hâlde bir türlü onları fıtraten kendine yakın hissetmiyor, istediği mürşidi bulamıyordu.
Nihâyetinde Zeytinburnu’nda ikamet ettiği 1988 yılında yirmi sekiz yaşındayken Kadiri mürşidlerinden Merhum Davut Baba Hazretleri ile tanıştı ve ona intisap etti. Mürşidinin silsile-i şerifi Abdurrahman Hâlis Talebani, Dede Osman Avni Baba, Hacı Ömer Hüdayi Baba, El Hac Muhammed Baba Kurki, Eşşeyh Hacı Muhammed Hayri Baba Hazretleri ile gelen ve Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne oğlu Abdürrezzak ile bağlanıp Davut Et Tâî, Habib El Acemi, Maruf El Kerhi, Serî Es-Sakatî, Hasan-ı Basri Hazretleri üzerinden Ehli Beyt ile İmam Ali Efendimiz’e ve ondan Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’e ulaşmaktadır.
Pir Hazretleri’nin çocukluğundan beri Abdülkadir Geylani (r.a.) Hazretleri’ne özel bir sevgisi ve bir gönül bağı vardı. Bu yüzden Abdülkadir Geylani (r.a.) Hazretleri’nin yoluna ve günümüzdeki vârisine tabi olup onun yoluna girmenin mutluluğunu ve heyecanını yaşıyordu. Bu yaşına kadar arayış içinde olması kendisinde bir yorgunluk belirtisi göstermemişti, bilakis derin bir aşkla, coşku, iştiyak ve heyecanla manevi yolculuğuna başladı.
Mürşidinin kendisine verdiği günlük dersini günde bir yerine en az iki defa çekerdi. Zaman müsait olduğunda bazen her vakit namazından sonra bir ders çekmeye gayret ederdi. Müsait olmadığı zamanlarda bile namazdan sonra hemen kalkmaz bir müddet zikir yaparak manevi hâlini korumaya çalışırdı.
Mürşidinin hiçbir sohbetini kaçırmaz, ağzından çıkan her kelimeyi Allah’a vasıl olabilmesi için şart ve mukaddes bilirdi. Mürşidinden ayrı olduğu zamanlarda bile onunla gönül bağını sürdürür, sanki mürşidinin huzurundaymış gibi davranırdı. Allah için yapılacak her hizmete herkesten önce koşar ve hepsini büyük bir muhabbetle yerine getirirdi. Gecelerini zikirle, rabıtayla, tefekkürle, murakabeyle, namazla ve Kur’ân okuyarak değerlendirir, sabah namazını kılmadan asla uyumazdı. İki günü musavi olanların ziyanda olduğu hakikatiyle tüm gayretini Rabbine yakın olmaya, dost olmaya, Rabbinin sevgisini, rızasını kazanmaya ve Rabbinin cemalini müşahede etmeye harcıyordu.
Dervişliği sırasında Pir Hazretleri’nin gönlünde onu havf ve haşyet içinde bırakan “bu dünyada Rabbini bulamayan öbür tarafta bulamaz” hitabı dolanıyordu. Gönlüne gelen bu hitabın dehşetinden kalbi yerinden sökülecek gibi oluyor, bir anda tüm takatini kaybediyor ve içinde feryadlar kopuyorken sayha atmamak için kendisini zor tutuyordu. Aslında bu hitap “kim burada (bu dünyada manevi olarak) kör ise o, âhirette de kördür ve yolunu daha da şaşırmıştır” âyetinin gönle aksedişiydi ve burada Rabbini göremeyenler ahirette de göremeyecekse bu ciddiye alınması gereken oldukça zor ve zaman isteyen bir durumdu. Böyle düşününce hayatın ne kadar kısa olduğunu görüyor ve nefesi kesiliyordu.
Pir Hazretleri için artık uyuma zamanı değildi. İki gün hiç uyumamıştı, uykusu geldikçe kalkıp elini yüzünü yıkıyor ve duayla, zikirle, gözyaşıyla Rabbini istiyor, Rabbinin cemalini müşahade etmeyi diliyordu.
Pir Hazretleri, derviş kardeşlerinin hepsini çok seviyor ve her birini kurbiyet yolunda velinimeti olarak görüyordu. Her bir kardeşinin nefsini kendisine tercih ediyor ve yardımı dokunacağı herkes için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. İlk zamanlar ihvan kardeşleriyle bir araya geldiğinde kendisine bir şey sorulmadan konuşmaz, rabıtasının ve huzurda olma hâlinin konuşmayla bozulmasını istemezdi; fakat sonraları mürşidi anlatmasını ve kardeşlerine yardımcı olmasını istemişti.
Pir Hazretleri, kardeşlerine sohbet edince, onlara anlatıp önlerini açınca, manevi yolculukta kardeşlerinin seyrine yardımcı olunca, rabıtası ve huzur-i daim hâlinin bozulmadığını, kardeşlerine yardım ederken aslında kendisine yardım ettiğini görüyordu. Bu yüzden seyrinin hızlandığını fark ediyor ve her geçen gün daha müsamahakâr, daha sabırlı, daha hoşgörülü, daha mütevazı oluyor, insanlara zaman ayırıp emek verdikçe ahlakı daha da güzelleşiyordu.
Pir Hazretleri vuslat yolculuğunda; yani İslam’ın ihsan yolunda derin bir teslimiyet ve şiddetli bir aşkla ilerleyerek sadece iki yıl dört ay gibi kısa bir sürede seyrini tamamladı ve 1991 yılında otuz bir yaşındayken, uzun yıllar ayrı kaldığı memleketi Diyarbakır’a irşad vazifesiyle gönderildi.
Gönderildiği zaman, konsept yılları olarak adlandırılan doksanlı yılların puslu ve karanlık atmosferine denk geliyordu. Diyarbakır, toplumsal gerilimlerin ve siyasi çalkantıların zirvede olduğu bir dönemden geçiyordu. Hava manen puslu, sokaklar karışıktı. Her gün faili meçhul cinayetlerin işlendiği, belirsizliklerin kol gezdiği, lastik, biber gazı, kan ve barut kokusunun genzi yaktığı, tehlikenin her köşe başında hissedildiği zor zamanlardı.
Pir Hazretleri, böyle çetin bir ortamda irşad vazifesine azim ve kararlılıkla tıpkı Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yaptığı gibi; önce yakın akrabaları ve çevresinden başladı. Onun anlattığı din çok yalındı. İçinde bid’at ve hurafeler yoktu. Sohbeti; kirli bilgiler, asılsız rivâyetler ve uçuk kaçık hikâyelerden uzak olduğu için aklı ve mantığı yormadığı gibi gönle de ağırlık vermiyordu.
Anlattıklarının özünde, aslında, hedefinde ve odağında Allah, Allah’a yakın olmak, âşık olmak, dost olmak vardı. Devamlı “imamımız, önderimiz, rehberimiz, her konuda örneğimiz” diyerek bahsettiği Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in güzel ahlakını anlatır, yaşadığı her olayda onun yaptığı gibi yaparak Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in güzelliğini kendi üzerinde gösterirdi.
Kısa bir zaman zarfında birebir anlatıp ilgilenmek suretiyle akrabalarından oluşan takriben otuz beş kırk kişilik bir sohbet grubu ve zikir halkası meydana getirmiştir. İlk zamanlar her hafta başka bir yerde olmak üzere perşembe akşamları akrabalardan birinin evinde toplanılıyordu. O yıllarda izinsiz toplanmak ve cemaatle sesli zikir yapmak suçtu ve bunu organize etmek çok tehlikeli bir işti.
Cumhuriyet sonrası tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla beraber şeyh, mürid, derviş, seyyid gibi sıfat ve lakapların kullanılması yasaklanmıştı.
Herhangi bir ayaklanmaya ya da eyleme karışmış olmasa bile şeyh ve seyyid olarak bilinip nüfuzlu bir konumda olmak suçlu muamelesi görmek ve baskı altında tutulmak için yeterliydi. Pir Hazretleri’nin büyük dedesi Seyyid Ömer Efendi’nin vefatından sonra dönemin zorlu şartları ve mücbir sebeplerden dolayı çocukları memleketlerini terk etmek durumunda kaldılar.
Dağ yollarından aylar süren yolculuktan sonra Eş-Şeyh Es-Seyyid Muhammed Cané Kéği ve beraberindekiler Cizre’ye göç etti; onun kardeşi ve aynı zamanda Pir Hazretleri’nin dedesi olan Muhammedé Sufiyé Ömeré Kéği ise Diyarbakır’a geldi, tarihte Ağrı olayları olarak bilinen ve sert tedbirlerle bastırılan ayaklanmanın olduğu bölgedeki tüm köyler yakılınca o köylerden kaçan on beş bin sivilin Zilan deresinde öldürülmesinin akabinde kurtulmayı başaran birkaç kişiyle beraber Diyarbakır’ın Ergani kırsalında sonradan adı Zilan Köyü olarak anılan mevkiye gelip bir süre burada yaşadı.
Fakat Pir Hazretleri’nin akrabaları, dedelerinin ağır bedeller ödeyerek yaptığı mukaddesatı yaşama ve yaşatma gayretine karşın eşlerini, oğullarını, kızlarını sohbet ve zikirlere bırakmıyorlar, bununla da kalmayıp ailelerini ve çevresini Pir hazretleriyle görüşmekten menediyorlar, tehlike kendilerine de sıçrar korkusuyla kontrolsüz bir şekilde eleştirip hakaret ediyorlardı. Karalama, kötüleme ve aleyhte propaganda ile saldırarak birkaç istisna dışında yanında kimse kalmayana kadar bu durumu sürdürdüler. Akrabaları kendisine adeta düşman olmuş ve onu yalnız bırakmışlardı.
Önceleri suret-i haktan görünmeye çalışıp evlad-u iyalinin ve dahi Pir Hazretleri’nin sözde iyiliğini düşünen ve onları tehlikelerden uzak tutup korumak isteyen bu kişilerin sözleri ve fiilleri Pir Hazretleri’ni derinden etkilemiş ve akrabalarının bu tavırları onu ziyadesiyle müteessir etmişti. O, tüm akrabalarının bir gün Rablerine dönüş yapacağını, hatta af dileyip kendisine derviş olacaklarını biliyordu ve öyle de oldu; ama maalesef tarih o günlerde yaşananları ve Pir hazretlerine yapılanları kayıtlara geçmişti.
Pir Hazretleri, kendisine yapılan bunca baskılar, zorluklar, çileler ve tehditler karşısında yılmadı. Çay ocaklarında, kahvehane ve kıraathanelerde bir araya geldiği gençlerle yoluna ve davasına hizmet etmeye devam etti. Bir yıla yakın Diyarbakır Ulu Camii’nin avlusunda ve çevresindeki çay bahçelerinde kendisini ziyarete gelenlere saatlerce sohbet ederdi; dinleyenler o kadar etkilenir ve kendisini kaptırırdı ki bulundukları ortamı unutur ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdı.
Pir Hazretleri gönlü açık bir muhatap bulduğunda adeta bildiği her şeyi anlatıp öğretmek istercesine bıkmadan yılmadan saatlerce konuşabilirdi. Eğer muhatabı öğrenmeye hevesliyse anlattıklarını tekrar tekrar detaylandırarak asla bezginlik belirtisi göstermeden, şevkle anlatırdı. Dokuz-on saat aralıksız konuşmasına şahid olan biri onu tanıyan herkes gibi ondaki sabra hayran kalırdı.
Sabırlı olması Pir Hazretleri’nin en öndeki vasıflarından biriydi. Bu yüzden onunla muhatap olan herkes onda Hz. Eyyûb (a.s.)’ın sabrı olduğunu düşünürdü. Bir keresinde Pir Hazretleri, “efendim, sizde Eyyûb peygamber sabrı var” diyen bir dervişine bizim gözümüzden kaçan bir hakikati şöyle dile getirmişti: “Rabbimiz Hz. Eyyûb (a.s.)’a büyük bir zenginlik nasip etmişti. Evinde, çiftliğinde ve bahçelerinde binin üzerinde çalışanı vardı. Bir gün İblis, Allah’a ‘Eyyûb’un sana olan aşkı büyüktür. Lakin bu kadar malı, mülkü, serveti kime versen seni sever ve böyle şükür hâlinde, zikir hâlinde olur. Ona vesveselerle musallat oluşum işe yaramadı; ama sen onun develerine, koyunlarına, keçilerine, tarlalarına, bahçelerine, evine; oğullarına, kızlarına, hanımına, dostlarına, sevenlerine, hatta bedenine bela ve musibetler verirsen kendi derdine düşmekten seni unutacağını, diğer kulların gibi şükürsüz ve nankör biri olacağını görürsün’ demiş; yani Hz. Eyyûb (a.s.)’ın aşkının sınanmasını istemişti. Hz. Eyyûb (a.s.) ise tarlalarının bir kısmının yandığını, bir kısmını fırtınanın heba ettiğini ve bahçelerini sellerin götürdüğünü duyunca bunu imtihan bildi ve bir aşığa yaraşır şekilde sabretti. Sürülerine hastalık bulaşıp hayvanları teker teker ölmeye başladığında, evi yıkılıp çocukları öldüğünde, vücudu yaralarla, hastalıkla dolup insanlar ondan uzaklaştığında bile hepsini Rabbinden bildi ve bir aşığa yaraşır şekilde sabretti. Her defasında İblis ona gelip vesveseler verip ‘Allah seni sevmiyor, o sevdiklerine bunu yapmaz’ diyordu. Fakat Eyyûb hiçbirine aldırmadı hatta Rabbine olan aşkı daha da arttı. Hz. Eyyûb (a.s.) gibi bir aşka sahip olmayanın, Eyyûb peygamber gibi sabrı olur mu? Bizim tek bir derdimiz vardır; o da Rabbimizin rızasıdır. Rabbimiz bizi huzura aldığında ‘kulum güzel yaptın’ demesidir. Bütün derdim, sıkıntım bunun içindir. Âyette Rabbimiz Hz. Eyyûb (a.s.) için ni’mel abd: ‘Ne güzel kul’ buyurmuştu ya işte insanı Allah nazarında güzel yapan, büyük yapan, Hz. İnsan yapan musibetlerdir, sıkıntılardır, belalardır. Nerde büyük bir insan varsa en büyük sıkıntılardan geçtiği içindir” buyurmuştu.
Pir Hazretleri, aldığı irşad vazifesinin ardından tek başına çıktığı bu mübarek yolda; imtihanlar, belalar ve engellemelerle dolu bu süreç içinde tüm özverisiyle geceli gündüzlü çalışarak binlerce insanın teveccühüyle etrafında hatırı sayılır sayıda sadık ve ihlâslı bir cemaat oluştu. Bu cemaat, onun manevi rehberliğinde İslam ahlakı ve Rabbimizin esması ile terbiye oluyor, sırât-ı mustakîmde yoğrulup pişiyor ve her geçen gün daha da büyüyüp olgunlaşıyordu.
Pir Hazretleri ümmetin içinde bulunduğu durumu sık sık şu örnekle ifade ederdi: “Bir okulun kapısında durup çıkan bin kişiye ‘senin bu hayattaki gayen nedir’ diye sorsak acaba kaç kişi ‘benim hayattaki gayem; Allah’a âbd olmak ve Allah’ın rızasını, dostluğunu, cemalini, cenneti kazanmaktır’ der? Genel olarak hepsinden ‘okulu bitirip hayata atılmak, dünyalık bir mevki ve makama geçip para kazanmak’ cevabını alırız. Oysaki insan neyi hedef olarak belirlemişse kulluğunu da ona yapar; çünkü insan hedefindekini sever ve çabasını, gayretini hedefine göre sarf edip hayatını ona göre yaşar; yani hedefini ilâh edinir. Asıl sorun kendimizi, kim olduğumuzu bilmemek, tanımamaktır. O okuldan çıkan çocuklara hedeflerini gösteren ya anneleri ya da babalarıdır. Onlar işi anlayamadıkları için çocuklarına da yanlış hedefi göstermişlerdir; çünkü işi anlasalardı yüzde doksan dokuzu mü’min ve Müslüman olan bu memleketin hâli böyle olmaz, insanlar hedefine sadece rabbine âbd olmayı koyardı.”
Yine aynı dönemde bazı cemaatler siyasallaşırken bazı tarikat ve cemaatler ise örgüt yapılanmalarına dönüşüyordu. Pir Hazretleri de İslam ahlak ve kültürü ile yoğrulup şekillenmiş olan insanımız kimlik bunalımı yaşamasın, gönlü bozulmasın, insanlar cemaat ve fırkalara ayrılıp cepheleşerek kin, nefret ve ayırımcılıkla çatışma içine girmesin diye hemen hemen tüm cemaat ve tarikatların Diyarbakır’daki temsilcileriyle görüşmüştür. Böylece Müslüman ahlakı ve din kardeşliğinin önemini kendi üzerinde göstererek Müslümanlar arasında sahabe kardeşliğini yaşatmaya çalışmıştır.
Bir yandan toplumsal olaylara kayıtsız kalmayarak ziyaret, kabul ve sohbetlerle birlik ve beraberliği ihya etmeye ve bu kardeşlik rûhunu muhafaza etmeye çalışmakla meşgul olurken diğer yandan zikir ve sohbet meclisleriyle dervişlerini irşad edip eğitiyor, bir yandan da daha kâmil olması için Rabbimiz onu İsmail Fakirullah Hazretleri’nin rûhaniyeti ve manevi terbiyesine muhatap ederek onu Pirliğe hazırlıyordu.
Onun her an Rabbiyle konuşma hâlinde olduğunu ve bir saniye bile Rabbini unutsa hemen tövbe, istiğfar ederek tekrar Rabbine döndüğünü, konuşurken kelimeleri Rabbinin huzurundan, arştan getirdiğini ve dünyaya baş gözüyle değil de nazar-ı ilâhiden ve ahiretten baktığını gören kullar, Pir Hazretleri’ni tanıdıkça peygamber vârisi hak bir Mürşid-i kâmilin hâline ve onda Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in güzel ahlakına şahid oluyordu.
Pir Hazretleri her zaman taşıdığı ilâhi nefhaya ve Allah’ın kulu üzerindeki hesabına ve muradına binaen sever, değer verir, önemserdi. Bu nedenle her kim olursa olsun muhatap olduğu herkese mutlaka değerli olduklarını hissettirirdi. Bir çocukla muhatap olurken dahi hiç kimsenin yapmadığı kadar çocuğa büyük muamelesi yapar, böyle olunca çocuklar da büyükleri hayretler içinde bırakacak olgunlukta cevaplar verir, bir büyük gibi davranmaya başlardı.
Dervişlerine bir görev, yetki ya da sorumluluk verirken karşısındaki kendisini kifayetsiz görse bile Pir Hazretleri ona duyduğu güveni hissettirerek kendisindeki yeteneği, kapasiteyi ve gücü görmesine fırsat verip olanak tanırdı.
Pir Hazretleri günlük hayatında asla emir kipiyle konuşmaz, çoğunlukla karşısındakine siz diye hitap eder ve bir şey istediğinde bunun için görüş, tavsiye, teklif, talep ve rica kalıplarında yumuşak, kibar ve nazik bir üslup kullanırdı. Ayıp örtmede bir umman olarak muamele eder, muhataplarının hatasını, kusurunu yüzüne söylememek bir yana dursun; muhataplarına, yaptıkları yanlışı bildiğini dahi belli etmez, hatta yaptıkları yanlışı bildiğini anlamaları ihtimalinden bile hayâ eder, dolayısıyla sanki hiç yanlış yapmamış, hata işlememişler gibi onlara davranırdı.
Mecbur kalmadıkça kendisinden bahsetmez ve gerekli olduğu durumlarda devamlı “biz” diyerek söze başlardı. İstisnai durumlarda ben kelimesini kullandığında ise sadece rûhunu kastederdi.
Dini konularda konuşurken bir öğretmen gibi, hoca gibi, bir vaiz gibi konuşmazdı. Bilakis Rabbinin sözcüsü olan bir yetkili gibi söze başlar ve o konuşurken insan, Allah’a ne denli ihtiyaç duyduğunu ve Allah’ın kuluna duyduğu sevgiyi, iştiyakı hissederdi. Böylelikle ondaki sevgi, şefkat ve kuşatıcılık kişinin gönlünde yuva sıcaklığını andıran bir etki bırakırdı.
Allah adına kulları ile ilgilenir, emek verir, kahrını çeker, sabreder, aşkıyla sarhoş eder ve bunu ona yaptıranın Rabbimiz olduğu o kadar belli olurdu ki bu durum insana emsalsiz bir yakınlık duygusu, tarifsiz bir rahatlık ve hatta Rabbine karşı bir naz hâli verirdi.
Halka hizmet Hakk’a hizmettir, sözünü hayatın içinde şiar edinen Pir Hazretleri, bu yüzden toplumsal birlik ve beraberliğe büyük önem verir ve farklı cemaatlerle iş birliği yaparak Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağını güçlendirmeye çalışmak için adımlar atardı. Bunun neticesinde ise 2008 yılında Diyarbakır’da, gençlerin uyuşturucu batağına ve yasadışı işlere bulaşmaması için toplumu bilinçlendirmek ve gençlerimizin ıslahına yönelik çalışmalar yapmak, psikolojik ve manevi çöküntü yaşayan kardeşlerimize destek olmak, fakir ve muhtaç ailelere maddi konuda yardımcı olmak gayesiyle Erdemli İnsan Yetiştirme Derneği’ni kurmuştur.
Dernek bünyesinde şimdiye kadar; ülkenin dört bir yanında uygulanan Askıda Ekmek Projesi, Ensar ve Muhacir Kardeşliği Projesi, İftar Saatinde Yolda Kalanlara Su Ve Hurma İkramı, Bir Yetimi de Sen Giydir projesi, hayırsever vatandaşlar ile ihtiyaç sahiplerini buluşturan Bana Elini Uzat projesi, ramazan ayında yüzlerce kişiye sahur ve iftar ikramı, dernek binasında her öğle vakti imkânı olmayanlar için yemek ikramı ayrıca düzenli olarak ihtiyaç sahiplerine gıda kolisi yardımı gibi daha birçok sosyal hizmetleri başlatmış ve bu projelerde bizzat kendisi de bilfiil hizmette bulunmuştur.
Dünya hayatının bir imtihan asıl hayatın ise ahiret olduğu vurgusuyla, başlattığı sosyal yardım projelerinin yanında bir de; İman, İslam, İhsan Sohbetleri, ahlak dersleri, Kur’ân eğitimi ve Arapça Kursu gibi ilimlerin de öğrenilebilmesi için eğitim faaliyetleri düzenlemiştir.
Allah’ın vahyini her eve, her gönle ulaştırmayı kendine dert ve gaye edinen Pir Hazretleri, dünyanın dört bir tarafına ilay-i kelimatullahı yaymak adına 2014 yılında bugünkü adı “İkra TV” olan ve kendisinin Diyar Dergâhı, Diyar Medresesi adını verdiği “Diyar TV” ulusal kanalını açmış, kanalda yayınlanan sohbetleri, Kur’ân yayınları ve Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ile diğer nebî, resul efendilerimizin hayatının anlatıldığı programlarla yediden yetmişe herkesin Rabbini tanımasına ve gönüllerinin beytullaha dönmesine vesile olmaya çalışmıştır.
Pir Hazretleri’nin nefisleri kirlerden arındırıp Allah’ın vahyiyle nûrlandıran mübarek irşadı, İkra TV vesilesiyle ülkemizin dışında diğer ülkelere kadar ulaşmış ve her ülkeden kardeşlerimizin imanı tatmasına, Hristiyan, ateist, deist ve agnostik kardeşlerimizin İslam nûruyla şereflenip rablerinin hesabını yapan mü’min, veli kullar hâline gelmesine vesile olmuştur.
Pir Hazretleri, Rablerinin emrine göre yaşama hususunda insanlara olan tebliğ ve teşvikinin yanında bir de Allah’ın emrini yerine getirmeleri için yardım ve destekte bulunmuş, bu yüzden “yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır” âyet-i kerimesi gereğince maddi gücü olmayanlar da Beytullah’ı ziyaret emrini yerine getirebilsin diye Diyar TV A.Ş. bünyesinde Diyar Turizm Hac ve Umre Organizasyonu’nu kurmuştur. Böylelikle kâr amacı gütmeden sadece uçak ve otel ücretlerinin maliyetleri hesaplanarak çok uygun fiyata hac ve umre hizmeti vermeye başlanmıştır.
Bu organizasyonla Pir Hazretleri’nin manevi rehberliğinde ve kendi alanlarında uzman hoca ve tur rehberleri eşliğinde her yıl yüzlerce kişinin derin bir manevi tatmin ve yüksek düzeyde memnuniyetle hac ve umre ibadeti yapmalarına vesile olunmuştur. Kendisi ise iki defa hac farizasını yerine getirmiş olup yedi yıl boyunca yılda bir defa 15 günlük umre ziyaretinde bulunmuşlardır.
2017 yılında şimdiki adı “İkra Yayınları” olan “Diyar Yayıncılık” adıyla Allah’ın rızası dışında maddi-manevi hiçbir beklentisi olmadan sohbetlerini dinlemek, izlemek veya okumak isteyen herkesin rahatlıkla sohbetlerden istifade edebilmeleri maksadıyla başlattığı hizmet, Allah’ın dinine dair argümanların ticaret aracı olmadığını göstermesi bakımından örnek teşkil eden başka bir davranışıdır. Sohbet videolarını televizyon veya internet platformlarında yayınlamak isteyen kurum veya TV kanalları, hiçbir telif ücreti engeline takılmadan Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) Hazretleri’nin sohbetlerini yayınlayabilmektedir.
Bugüne kadar yapılan birçok meal çalışmasında, Kur’ân’daki kelimeler yalnızca günümüz Türkçesindeki karşılıklarıyla çevrilmiş; bu sırada Kur’ân’ın kendi içindeki bütünlüğü, âyetlerin birbirini açıklama (tefsir) özelliği ve kelimelerin manasal derinliği çoğunlukla göz ardı edilmiştir. Ayrıca bazı sözcükler yanlış çevrilmiş; âyetler ise hikmete dayalı bir bakış yerine, zahiri anlamlarıyla değerlendirilmiştir. Bu da Kur’ân’ın tam olarak anlaşılmasını zor bir hâle getirmiştir.
İşte, bu eksiklikleri gidermek amacıyla, Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri, Kur’ân’ın kendi kelime yapısına göre çeviriler yaparak ve âyetlerin birbirini açıklayıcı yönünü gözeterek herkesin anlayabileceği bir sadelikte “Bilgisayar Hatlı Kolay Okunuşlu Kur’ân-ı Kerim ve Âyetlere Göre Genişletilmiş Meali ile Kelime Manalı Nûzul Sırasıyla Kur’ân-ı Kerim ve Âyetlere Göre Genişletilmiş Meali” adında iki Kur’ân meali hazırlamıştır.
“Allah’ın bize hayat kitabı olarak indirdiği Kur’ân’ı okumak ve anlamak bütün insanlar üzerinde farzdır” anlayışından hareketle, yayınlanan Kur’ân mealleri tamamen Allah rızası için kargo dâhil hiçbir ücret talep edilmeden isteyen herkese hediye edilmektedir.
Hayatı gece gündüz Rabbinin vahyini beyan etmekle geçen, Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) Hazretleri’nin şimdiye kadar yayınlanmış başlıca eserleri şunlardır:
- Bilgisayar Hatlı Kolay Okunuşlu Kur’ân-ı Kerim ve Âyetlere Göre Genişletilmiş Meali
- Kelime Manalı Nûzul Sırasıyla Kur’ân-ı Kerim ve Âyetlere Göre Genişletilmiş Meali
- Kur’ân-ı Kerim’deki Nüzul Sırasına Göre El Esmâu’l Husnâ (7 Cilt)
- İman İslam İhsan (3 Cilt)
- Gönül Sohbetleri
- Vuslat Yolculuğu Aşktan Öteye Yol Yok
- Aşk Âşık Maşuk
- Kur’ân’ın Özü, Kapısı Fâtiha Sûresi’nin Tefsiri
- Söz Hakkı Soru ve Sorunlara Allah’a ve Resulüne Göre Cevaplar (2 Cilt)
- Âyetlere Dua ve İstiğfar İle Cevaplar
- Rabb’inin İsmiyle Oku
- Kendine Hiç Sordun Mu Ben Kimim?
- Allah’ın El Efâlu’l Husnâ’sı ve Aşk (3 Cilt)
- El Esmâu’l Husnâ Cep Kitapçığı
Ayrıca Kur'an ve İnsan, Subhânallah Sohbetleri, Tefsiru’l Kur’ân Hikmetu’l Beyan (20 Cilt), Tevhid Ve Aşk (3 Cilt), İrşad Sohbetleri (20 Cilt) Söz Hakkı Soru ve Sorunlara Allah’a Ve Resulüne Göre Cevaplar (20 Cilt) kitap çalışmaları devam etmektedir.
Allah’ın vahyini insanlığa yayma ve dervişlerinin nefislerini tezkiye ve terbiye amaçlı yapmış olduğu sohbetlerinden derlenmiş olan bu kitaplardan sadece birini okuyan, hatta bir kitabının sadece birkaç sayfasını okuyan bir kul, hayata aşk ile bakacak, varlığı ve eşyayı Allah ile görecek, okuduğu her sayfa ile Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in gönül hâline bürünerek Rabbinin huzurunda bir hayat yaşamasına vesile olacaktır inşallah.
Pir Hazretleri’nin kitaplarını online bir şekilde ücretsiz olarak okumak, ya da sohbetleri izleyip dinlemek isteyenler, aşağıdaki web adreslerinden sohbet videolarına, program arşivine ve derneğin sayfalarına ulaşabilirler.
www.ikratv.com
www.facebook.com/ikratvcom
www.instagram.com/ikratvcom
www.x.com/ikra
www.youtube.com/@ikratvcom
www.ikrayayin.com
www.kuranvemeal.com
www.quranuniversal.com
www.erdemliinsan.org.tr
www.soruvesorunlar.com
Yayınlanan kitaplar İkra TV ve İkra Yayın üzerinden sipariş vermek suretiyle temin edilebilmekte olup kitapçılarda bulunmamaktadır. Pir Hazretleri kitaplardan elde edilen gelirleri Dergâh hizmetlerinde ve ihtiyaç sahiplerine yönelik faaliyetlerde kullanılması için derneğe devretmiştir. Kitapları okumak isteyip de olanakları yetersiz olan kardeşlerimiz de yukarıdaki bağlantılardan bize ulaşıp talep ettikleri takdirde kitapları ücretsiz olarak temin edebilmektedir.
Allah’ın vahyiyle gönülleri aydınlatan, arif-i billah Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri, Diyarbakır’da bulunduğu 28 yıllık irşad hizmetinden sonra manevi bir işaret üzerine 2019 yılında kendisine tabi olan dervişleriyle birlikte Ankara’nın Akyurt İlçesine hicret etmiştir.
“Yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından (lütuf ve ihsanından nasibinizi) arayın” âyet-i kerimesine binaen kulluğumuzu daha rahat bir şekilde yapabilmek niyeti olunca çalışmak da ibadettir, anlayışından hareketle dervişlerinin kimseye muhtaç olmaması ve ihtiyaç sahibi insanlara yardım edecek ekonomik seviyeye gelmesi için dervişlerine kendi imkânları doğrultusunda iş yerleri açmıştır. Ayrıca kimse geceyi aç geçirmesin, hiçbir çocuk yatağa aç girmesin diye, “Ensar Muhacir Marketi” adını verdiği ve kâr amacı gütmeyen, ihtiyaç sahiplerine talepleri doğrultusunda ücretsiz gıda yardımı sağlayan bir de market hizmetini hayata geçirmiştir.
Ayrıca düzenli olarak veresiye defterini silen Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri Diyarbakır’dan sonra bu defa da Akyurt’taki yoksul ailelerin muhabbet ve dualarını kazanmış, Allah’ın rızasını insanların gönlünden kazanabileceğimizi ve bir Müslümanın Allah’ın rızasını kazanmayı, para kazanmanın önünde tutması gerektiğini kendi üzerinde göstermiştir.
Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri şu an geçmişin tüm ariflerinin birikimi, irfanı ve gönlüyle, kendisine tevdi edilmiş olan vahyi insanlığa ve kendisine tabi olanları Allah’a taşıma vazifesi ve davasını icra ederken ortaya koyduğu hizmetler ve tüm eserleri tetkik edildiğinde görülecektir ki kendisi Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in gönül dünyasını ve Kur’ân’ın ilâhi mesajını günümüz insanlığının aklı ve iz’anı için revize edip Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in mukaddes rûhunu ve eşsiz ahlakını kendi üzerinde göstermek suretiyle güncellemiştir. Bununla beraber dinin merkezine insanı ve insan gönlünü, hedef ve odağına ise aşkı ve Allah’a vasıl olmayı alarak dinin aslına, yalın ve arı-duru hâline dönmesini sağlamıştır.
Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) Hazretleri, hayatını Allah’a adayan, insanları manevi olarak terbiye eden ve İslam’ın özünü yaymaya çalışan bir Mürşid-i kâmildir. Bir Mürşid-i Kâmil, bir vâris-i peygamber olarak asli vazifesi; dinin üzerindeki bid’atleri temizlemek, kulu Rabbinden uzaklaştırıp yabancılaştıran her türlü yorum ve düşünceyi İslam’ın içinden çıkarıp dinimizi Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in sahabelerine anlattığı ve yaşattığı hâliyle anlatmaktır. Bunun için de dinin ancak Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yaşadığı Kur’ân olduğunu, onun haricinde hiçbir bilgi ve düşüncenin din olmadığını vurgular.
Pir Hazretleri’nin farklı zamanlarda söylediği aşağıdaki özlü sözleri kendisi hakkında daha yakından marifet sahibi olmamıza yardımcı olacaktır.
“Ya Allah yolunda koşarken ya da Allah’tan kaçarken ölürüz.”
“Kim birilerini cehenneme göndermeye çalışıyorsa bilin ki o kişi cehennemliktir; çünkü Allah rahman ve rahimdir.”
“İnsan ‘ben kulum’ derse bütün kâinat onun gönlünde bir çöp kadar olur. Böyle biri hiç dünyaya, dünya hayatına tenezzül eder mi?”
“İmanın ilk şartı Allah’a imandır ve insan tanımadığı bir Allah’a iman edemez.”
“Kul neyi dilemişse ondan ibarettir.”
“Ya Rabbi! Bana şunu ver, bunu ver diyen kul değildir. Ya Rabbi! Sen ne istiyorsan ben öyle olurum diyen, kuldur.”
“Sen peygamber vârisi olmak ve peygamberin getirdiğini taşımak zorundasın. Peygambere vâris değilsen şeytana, iblise vârislik yaparsın. Kul ya, peygamberinin getirdiğini taşıyıp ona vâris olur, resul olur, elçi olur ya da şeytana resullük yapar, ona âbd olur. İnsan için üçüncü bir şık yoktur.”
“İnsan farkında olsa da olmasa da esmasıyla kendisinde tecelli eden Rabbine âşıktır.”
“Bir kul, Allah’ın kitabını okumaya tenezzül edip öğrenmediyse Allah’ı rab olarak kabul etmemiş demektir.”
“İmanını ciddiye almayanlar için imanı kaybetmek çok kolaydır.”
“Kul, insanlara ve mahlûkata karşı haddini bilendir.”
“İnsanın imanı Allah’a kurban ettikleriyle ölçülür.”
“Zahiri olarak yemek, su, hava ne ise manevi olarak da Kur’ân odur.”
“İnsan, bakıştan ibarettir.”
“Dini zorlaştırmak dindarlık değildir.”
“Zekât, malı değil insanı temizler. İnsanı cimrilikten temizler.”
“Hayat, Hz. İnsan olmaya yolculuk yapmak içindir ve herkesin yolu ömrü kadar uzundur.”
“Allah’ın davasını dava edinmeyenler mü’min olamaz.”
“Kurban etmeden ve kurban olmadan Allah’a dost olunamaz.”
“En büyük nimet; Allah’ın, kuluna kendinden verdiği varlıktır, hayattır, sıfatlardır, isimlerdir, güzelliklerdir.”
“Sihir, büyü, mü’min ve muttaki olan ihlâslı kullara etki etmez.”
“Allah’a âbd ve âşık olmayı Allah’a âşık olan bir kuldan öğrenmek şarttır.”
“Allah’ın rızası da gazabı da kullarının gönlünden kazanılır.”
“Kim ‘ben Rabbimi tanımak ve ona dost olmak istiyorum’ diyorsa buyursun. Onu Rabbine vasıl etmez, yaratıldığı makama taşımazsam Kıyamet günü hesabını bana sorsun.”
“Rabbimize giden en kestirme yol, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in sahabeleri taşıdığı yoldur. Biz de Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, sahabeleri nasıl taşıdıysa kardeşlerimizi öyle taşıyoruz; yani kardeşlerimizi Kur’ân’la taşıyoruz. Kim bunun dışında, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yapmadığı ve söylemediği bir şeyi bana isnat ederse onu kesinlikle kabul etmiyorum.”
“Aşksız insan ölüdür; âşık, Allah ile diridir.”
Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretlerinin kısaca hayatını, hizmetlerini ve ortaya koyduğu eserleri özetledikten sonra, asıl işi olan; beşeri Hz. İnsan hâline getirmesine odaklanmak gerekir. “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünün de işaret ettiği üzere, Pir Hazretleri’nin en büyük gayesi; insanın nefsini terbiye ve tezkiye ederek kulu Allah’ın sevdiği ve istediği kıvama, ahsen-i takvim hâline ulaştırmaktır.
Bu yüzden Pir Hazretleri, hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden, yılmadan ve ara vermeden yaptığı sohbetlerle müridini derviş, dervişini veli, velisini mürşid ve mürşidini kâmil yapma çabasındadır.
Bugün, Pir Hazretleri’nin yetiştirdiği binlerce veli ve veliye ile onlarca mürşid, manevi hâlleri, güzel ahlakları ve kendi aralarındaki sıkı kardeşlik bağlarıyla çevrelerini etkilemekte, insanlar üzerinde derin tesirler bırakmaktadırlar.
Gerçek mürşid ile sahtesini ayırmak çok zordur. Zira sahte olan kabiliyeti nispetinde gerçeği taklit eder ve rolünü güzel yapan yetenekli birini gerçeğinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Fakat sahte ile gerçeği ayırmak için bazı kriterler vardır ve bunlardan belki de en önemlisi o mürşide tabi olan dervişlerin birbirlerine karşı hissettiği kardeşlik duygusudur. Çünkü dervişlerin manevi babası konumundaki mürşid postuna oturan her kişi baba taklidi yapabilir; fakat tüm dervişlere yetecek kadar gönlünde sevgiyi, ilgiyi, şefkati ve muhabbeti barındırmak sadece gerçek mürşidlere özgüdür. Babanın kuşatıcılığı ve kapsayıcılığı nispetinde evlatlar arasında ülfet ve ünsiyet hâsıl olur ve kardeşlik bağı oluşur.
Pir Hazretleri’nin bugün on binlerce dervişi vardır ve dervişleri arasındaki kardeşlik duygusu tarifsizdir. Bu durum sahabe kardeşliğinin harikulade bir yansıması ve çağımızdaki en güzel örneğidir. Dervişleri, herhangi bir şey anlatmadan bile bulundukları çevreyi güzel ahlakları ile irşad edebilmekte, emsalsiz kardeşlikler tesis etmekte ve muhatabını Pir Hazretleri’nin sohbetleriyle buluşturarak insanların kendi özlerine ve rablerine dönmelerine vesile olabilmektedirler.
Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri, Allah’ın vahyini her eve, her gönüle ulaştırmak amacıyla açtığı İkra TV’yi; yaptığı sohbetler, Kur’ân yayınları, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in hadisleri ve mübarek hayatı gibi programlarla adeta bir medrese ve bir dergâh olarak kullanmakta, herkese sırât-ı mustakîmde yürüyebileceği bir hidâyet vesilesi oluşturmaktadır. Bu minvalde dünyanın her tarafında kendisine tabi olup izlediği sohbetlerle pişip olgunlaşan ve her geçen gün çoğalan bir nesil yetişmektedir.
Doğal olarak dervişlerin yoğun olduğu bazı yerlerde bir araya gelme şuuru ve dergâh faaliyetleri diğer şehirlerden daha belirgin ve kapsamlıdır. Pir Hazretleri’nin çağrısının karşılık bulduğu ve dervişlerinin yoğun olduğu merkezler; Ankara, Diyarbakır, İstanbul, Denizli, Manisa, Bursa, Mersin, İzmir, Adana, Antalya, Balıkesir, Konya, Van, Şırnak, Trabzon ve diğer illerimiz ile Azerbaycan, Kırgızistan, Bulgaristan, Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa, Norveç, Hollanda, İtalya, Amerika ve Endonezya gibi ülkeler bulunmaktadır.
Pir Hazretleri’nin sohbetlerinde açıkladığı dinin hakikatine dair her söylemi muhatabını adeta sarhoş etmekte, onları etkisi altına almaktadır. İşte bu ortam, yüzlerce yıl boyunca bir daha vaki olması hayale bile gelmeyen, dinin temiz, saf, yalın ve berrak bir şekilde anlatılıp gönüllerde karşılık bulduğu asr-ı saadetin bereketine işaret etmektedir. Bu sayede Rabbine yakınlaşmayı ve onun dostu olmayı murat edenler için işler kolaylaşmış ve anlaşılır hâle gelmiştir. Bu durum, Allah’ın büyük bir lütfu, in’amı, ihsanı ve keremidir.
Allah’ın vahyiyle gönülleri aydınlatan, arif-i billah Pir Muhammed Hüseyin (r.a.) hazretleri şu an Ankara / Akyurt’ta mukim olarak vazifesine devam etmektedir.